Yaşam, hayata ilk gözünüzü açtığınız andan son kez gözünüzü kapattığınız ana kadar olan bir ömürlük zamandır. Bu zamanın her bir saniyesini deneyimlerken nefes alır, temel ihtiyaçlarınızı giderir ve hedeflerinizi bulmaya çalışırsınız. Bu döngü içerisinde belki de şu soruyu sormalısınız: Hayatta kalmayı başarmak ve nefes alıyor olmak gerçekten de yaşadığınızın bir kanıtı mıdır? Bu sorunun cevabı size, bir ömrü gerçekten hayatı yaşayarak geçirdiğinizin ya da sadece hayatta kalmaya çabalayarak geçirdiğinizin yansımasını gösterir. Bu sorunun yanıtını en doğru şekilde bulmanızın kaynağı ruhunuzdur. Peki, ruhlarınızın saklandıkları yerleri bulabilecek misiniz?
Ruh, siz bedeninize kavuşmadan öncesini deneyimleyendir. Ruhlarınız bu deneyimleri sizlerle paylaşarak yollarınıza ışık tutar ve hayatın karmaşasında doğruyu bulmanızı sağlarlar. Fakat sizler, etten bedenlerinize aldanıp ruhlarınızı unutanlarsınız. Sunulan ışığı söndürür ve kendi yapay ışığınızı yaratmaya çalışırsınız. Yapay ışığın yanmasını sağlamak için sadece bir amaca sahip olmamız gerektiğine inanırsınız. Sonrasında ise arayış arzusu başlar. Hayatta kendinize ait gördüğünüz noktayı öyle bir ihtiyaçla ararsınız ki kendi benliğinizi unutursunuz bu yolda. Gerçekten yaratılışınızın arkasında gerçekleştirmeniz gereken amaçlar mı var?
Bir amaç bulmak, her insana farklı duygular sunar. Bu duygular, kimisi için haz kimisi içinse sancıyı getirir. Haz, mutluluğun rolünü üstlenirken sancı ise kaygıların baş rolü olur. Bu duyguların arasında; ailelerin beklentileri, toplumun oluşturduğu kalıplar, hayat şartları gibi konular bulduğunuz bu amacı şekillendiren büyülü ellerdir. Bu büyülü ellerden nasıl kurtulacağını bilmezsen masallarda anlatılan sihirden farklı olarak seni aydınlığa değil, yarattığın ışığı söndürerek ardından gelen karanlığa sürüklerler. Zamanla sen kendini keşfedersin ve mutlu olduğun yolu bularak kurtulursun o ellerden. Kendini keşfettiğin bu yolda ise anahtarın tutkulardır. Tutkularını bulmak; bir kalemin ucundan hayat bulan harfler, fırçaların uçlarından ufuklara uzanan renkler veya her bir müzik notasında can bulan düşünceler kadar basit olur. Zamanla bu tutkular en güzel rüyaların hâline gelir. Yaşadığın kalabalık hayatları aşıp kendinle baş başa kalmanın görkemli geçidini oluşturur.
Bir de bakmışsın, bu güzel geçidin sonundaki rengârenk çiçekler solmuş; yerini, amaç arayan zihinler doldurmuş. Çünkü tutkularını gerçekleştirmeye çalışırken hep daha fazlasını arar gözün. Ve evet, artık tutkuların o kır bahçesi hayallerinden uzaklaşarak fırtınalı denizin ortasında kalan derinliklere dönüşür. Bu dönüşümde önce ailenle savaşırsın, onaylanma çabasıyla zırh örmeye başlarsın. Sonra toplumdaki yerine adımını attığında insanların da seni onaylamasını beklersin. Ördüğün o zırh, o kadar kalın ve sıkı olur ki artık ne insanları duyarsın ne de ruhunun sesini dinlersin. Bazılarınız bu kadar şanslı olmaz; savaş sırasında zırhlarını eksik dokurlar ve her bir eksik ilmek ise toplumun etiketleri işler kalbine. Bir süre sonra zırhı örmekten vazgeçer ve hayallerini gerçekleştirme yolunda ruhuyla birlikte kaybolurlar ve yaşam nefesini kaybeder en sonunda.
Peki, savaşı kazanınca ne mi olur? Körlükle geçirilmiş boş bir hayat, galibiyetçesine sunulur sadece. Yarattığımız yapay ışığın altında, hazzın oynadığı mutluluk tiyatrosunu tadarız. Geçip giden bir ömürde ise koşturmanın içindeki yorgunlukla süzülüp durursun sadece. Süzülüp dururken etraf daha da silikleşir ve amaçlarınız uğruna tamamen yok olursunuz bu yaşamdan. Tüm gün koştururken hanginiz etrafa bakıyorsunuz ki? Hanginiz ağaçları süsleyen yaprakların düşüşünü görebiliyor, denizin kıyıya vurma sesini duyabiliyor ya da dağların soğuk tepelerine rağmen ışığını saçan aydınlık güneşin sıcaklığını hissedebiliyorsunuz? Kopup gittiğiniz yaşam sizin etrafınızda dönmeye devam ederken hayatınızın her bir saniyesinde sadece önünüze bakıyor, etrafınızı donatan güzelliklerin her birini yok sayıyorsunuz. İnsan olmak gerçekten bu mu?
Kendinizi soyutlarken bir yandan da ruhlarınızı bu tekrarlayan mekanik dünyaya hapsediyorsunuz. Onları yok saymanız, gerçekten varlıklarını ortadan kaldırabilir mi? Oysa ruhlarınız, sizin ilk ve son arkadaşlarınızdır. Sadece yaşamak, nefes almak ve güzellikleri görmek için anı yaşamak birer hayat amacı olmaz mı? Güne sadece nefes alarak başlamak bir seçim olabilir. Kendinizi ait hissettiğiniz yer sizlerin kelepçeleri olmak zorunda değildir. Mutluluğu bulmak, ruhunuzu keşfederek yaşamak sizin elinizde değil mi? Belki de ruhlarınızı ardınızda bırakmadan değil, onları hissederek yaşamanız size gerçek mutluluğu getirir.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Kayra Ertunç
Zırhın Ardında Bırakılan Benlikler
Yaşam, hayata ilk gözünüzü açtığınız andan son kez gözünüzü kapattığınız ana kadar olan bir ömürlük zamandır. Bu zamanın her bir saniyesini deneyimlerken nefes alır, temel ihtiyaçlarınızı giderir ve hedeflerinizi bulmaya çalışırsınız. Bu döngü içerisinde belki de şu soruyu sormalısınız: Hayatta kalmayı başarmak ve nefes alıyor olmak gerçekten de yaşadığınızın bir kanıtı mıdır? Bu sorunun cevabı size, bir ömrü gerçekten hayatı yaşayarak geçirdiğinizin ya da sadece hayatta kalmaya çabalayarak geçirdiğinizin yansımasını gösterir. Bu sorunun yanıtını en doğru şekilde bulmanızın kaynağı ruhunuzdur. Peki, ruhlarınızın saklandıkları yerleri bulabilecek misiniz?
Ruh, siz bedeninize kavuşmadan öncesini deneyimleyendir. Ruhlarınız bu deneyimleri sizlerle paylaşarak yollarınıza ışık tutar ve hayatın karmaşasında doğruyu bulmanızı sağlarlar. Fakat sizler, etten bedenlerinize aldanıp ruhlarınızı unutanlarsınız. Sunulan ışığı söndürür ve kendi yapay ışığınızı yaratmaya çalışırsınız. Yapay ışığın yanmasını sağlamak için sadece bir amaca sahip olmamız gerektiğine inanırsınız. Sonrasında ise arayış arzusu başlar. Hayatta kendinize ait gördüğünüz noktayı öyle bir ihtiyaçla ararsınız ki kendi benliğinizi unutursunuz bu yolda. Gerçekten yaratılışınızın arkasında gerçekleştirmeniz gereken amaçlar mı var?
Bir amaç bulmak, her insana farklı duygular sunar. Bu duygular, kimisi için haz kimisi içinse sancıyı getirir. Haz, mutluluğun rolünü üstlenirken sancı ise kaygıların baş rolü olur. Bu duyguların arasında; ailelerin beklentileri, toplumun oluşturduğu kalıplar, hayat şartları gibi konular bulduğunuz bu amacı şekillendiren büyülü ellerdir. Bu büyülü ellerden nasıl kurtulacağını bilmezsen masallarda anlatılan sihirden farklı olarak seni aydınlığa değil, yarattığın ışığı söndürerek ardından gelen karanlığa sürüklerler. Zamanla sen kendini keşfedersin ve mutlu olduğun yolu bularak kurtulursun o ellerden. Kendini keşfettiğin bu yolda ise anahtarın tutkulardır. Tutkularını bulmak; bir kalemin ucundan hayat bulan harfler, fırçaların uçlarından ufuklara uzanan renkler veya her bir müzik notasında can bulan düşünceler kadar basit olur. Zamanla bu tutkular en güzel rüyaların hâline gelir. Yaşadığın kalabalık hayatları aşıp kendinle baş başa kalmanın görkemli geçidini oluşturur.
Bir de bakmışsın, bu güzel geçidin sonundaki rengârenk çiçekler solmuş; yerini, amaç arayan zihinler doldurmuş. Çünkü tutkularını gerçekleştirmeye çalışırken hep daha fazlasını arar gözün. Ve evet, artık tutkuların o kır bahçesi hayallerinden uzaklaşarak fırtınalı denizin ortasında kalan derinliklere dönüşür. Bu dönüşümde önce ailenle savaşırsın, onaylanma çabasıyla zırh örmeye başlarsın. Sonra toplumdaki yerine adımını attığında insanların da seni onaylamasını beklersin. Ördüğün o zırh, o kadar kalın ve sıkı olur ki artık ne insanları duyarsın ne de ruhunun sesini dinlersin. Bazılarınız bu kadar şanslı olmaz; savaş sırasında zırhlarını eksik dokurlar ve her bir eksik ilmek ise toplumun etiketleri işler kalbine. Bir süre sonra zırhı örmekten vazgeçer ve hayallerini gerçekleştirme yolunda ruhuyla birlikte kaybolurlar ve yaşam nefesini kaybeder en sonunda.
Peki, savaşı kazanınca ne mi olur? Körlükle geçirilmiş boş bir hayat, galibiyetçesine sunulur sadece. Yarattığımız yapay ışığın altında, hazzın oynadığı mutluluk tiyatrosunu tadarız. Geçip giden bir ömürde ise koşturmanın içindeki yorgunlukla süzülüp durursun sadece. Süzülüp dururken etraf daha da silikleşir ve amaçlarınız uğruna tamamen yok olursunuz bu yaşamdan. Tüm gün koştururken hanginiz etrafa bakıyorsunuz ki? Hanginiz ağaçları süsleyen yaprakların düşüşünü görebiliyor, denizin kıyıya vurma sesini duyabiliyor ya da dağların soğuk tepelerine rağmen ışığını saçan aydınlık güneşin sıcaklığını hissedebiliyorsunuz? Kopup gittiğiniz yaşam sizin etrafınızda dönmeye devam ederken hayatınızın her bir saniyesinde sadece önünüze bakıyor, etrafınızı donatan güzelliklerin her birini yok sayıyorsunuz. İnsan olmak gerçekten bu mu?
Kendinizi soyutlarken bir yandan da ruhlarınızı bu tekrarlayan mekanik dünyaya hapsediyorsunuz. Onları yok saymanız, gerçekten varlıklarını ortadan kaldırabilir mi? Oysa ruhlarınız, sizin ilk ve son arkadaşlarınızdır. Sadece yaşamak, nefes almak ve güzellikleri görmek için anı yaşamak birer hayat amacı olmaz mı? Güne sadece nefes alarak başlamak bir seçim olabilir. Kendinizi ait hissettiğiniz yer sizlerin kelepçeleri olmak zorunda değildir. Mutluluğu bulmak, ruhunuzu keşfederek yaşamak sizin elinizde değil mi? Belki de ruhlarınızı ardınızda bırakmadan değil, onları hissederek yaşamanız size gerçek mutluluğu getirir.