Anne... Bu kelime, bir cana hayat veren veya ona ebeveynlik yapan kadına verilen kutsal bir addır. Benim annem ise mücadelenin ve savaşın ta kendisidir; o, bir direnişin ete kemiğe bürünmüş hâlidir: Dilber.
Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesinde dünyaya gelmiş, henüz 13 yaşındayken evlendirilmiş bir kız çocuğu o. Evet, yanlış duymadınız; bir kız çocuğu ve henüz 13'ündeyken... Kız çocuklarının dünyası oyuncaklarla, hayallerle, tazecik gülüşlerle doludur. Onlar "evcilik" oynarken anne olurlar belki, yalnızca o oyunlarda, oyuncak bebekleriyle... Ama Dilber öyle değildi. Körpecik bir kız çocuğuyken, elinde kanlı canlı bir bebek buldu kendini. Bu, onun çocuğuydu ve oynadığı bir evcilik değildi bu kez. Gerçekten de kendi çocuğunu besleyip büyütmeye çalışıyordu. Kim kimi büyütecekti? 13 yaşındaki bir çocuk mu, yoksa o minicik bebek mi? Oysa çocuklar sadece hayallerini büyütmeliydi; hayatları kitapların satır aralarında, kalemlerin mürekkep izlerinde başlamalıydı. Bir bebeğin sütü gibi bembeyaz hayalleri olmalıydı, kendi bedeninden süt akıtmamalıydı hayata.
Hepimizin farklı sınavları var bu dünyada. Dilber'inki ise 13 yaşında anne olmaktı. Yedi çocuk dünyaya getirdi, ikizlerinden birini de kaybetti. Bir çocuk nasıl olur da çocuk kaybetmenin, evlat acısının derinliğini hissedebilir? Coğrafyamızın kadınlarına öğretilen en yegâne şey de bu aslında: idare et, itaat et. Kimse bir çocuğun nazını anlamamıştı, bir çocuğun hâlâ çocuk olduğunu hatırlamamıştı. Allı pullu bir gelinlikle ata bindirilip, ilk gecesinden bir güzel dayak yemişti. Ve işte o gün anlamıştı, içinde bir devinim ve devrim başlatması gerektiğini...
Önce kız çocuğu olarak doğdu, sonra kız çocuğuyken anneliği tattı. İlk çocuğunu pamuk tarlasında dünyaya getirdi. Hamileyken pamuk tarlasında çalışırken, Dilber’in gerçek bir bebeği oldu. Şimdi bunları sadece bir anlığına sizlerin yaşadığını düşünün; üstelik bunlar sadece bir başlangıç... Kız çocuğu anne oldu ve bir günde yüzüne 70 yaşın kırışıklıkları çöktü. 70 yaşındaki ruhuyla besledi bebeğini pamuk tarlasında. Pamuk gibi bembeyaz Dilber’in hikâyesi, Adana sıcağının ilk karın ağrısıyla başladı.
Okuduklarınızı biraz sindirmeniz için bekliyor olacağım sevgili okur. Birkaç dakikalığına da olsa 13 yaşında bir anne olduğunuzu düşünerek bitirin yazıyı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Şevval İzol
Annem: Bir Direniş Hikayesi
Anne... Bu kelime, bir cana hayat veren veya ona ebeveynlik yapan kadına verilen kutsal bir addır. Benim annem ise mücadelenin ve savaşın ta kendisidir; o, bir direnişin ete kemiğe bürünmüş hâlidir: Dilber.
Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesinde dünyaya gelmiş, henüz 13 yaşındayken evlendirilmiş bir kız çocuğu o. Evet, yanlış duymadınız; bir kız çocuğu ve henüz 13'ündeyken... Kız çocuklarının dünyası oyuncaklarla, hayallerle, tazecik gülüşlerle doludur. Onlar "evcilik" oynarken anne olurlar belki, yalnızca o oyunlarda, oyuncak bebekleriyle... Ama Dilber öyle değildi. Körpecik bir kız çocuğuyken, elinde kanlı canlı bir bebek buldu kendini. Bu, onun çocuğuydu ve oynadığı bir evcilik değildi bu kez. Gerçekten de kendi çocuğunu besleyip büyütmeye çalışıyordu. Kim kimi büyütecekti? 13 yaşındaki bir çocuk mu, yoksa o minicik bebek mi? Oysa çocuklar sadece hayallerini büyütmeliydi; hayatları kitapların satır aralarında, kalemlerin mürekkep izlerinde başlamalıydı. Bir bebeğin sütü gibi bembeyaz hayalleri olmalıydı, kendi bedeninden süt akıtmamalıydı hayata.
Hepimizin farklı sınavları var bu dünyada. Dilber'inki ise 13 yaşında anne olmaktı. Yedi çocuk dünyaya getirdi, ikizlerinden birini de kaybetti. Bir çocuk nasıl olur da çocuk kaybetmenin, evlat acısının derinliğini hissedebilir? Coğrafyamızın kadınlarına öğretilen en yegâne şey de bu aslında: idare et, itaat et. Kimse bir çocuğun nazını anlamamıştı, bir çocuğun hâlâ çocuk olduğunu hatırlamamıştı. Allı pullu bir gelinlikle ata bindirilip, ilk gecesinden bir güzel dayak yemişti. Ve işte o gün anlamıştı, içinde bir devinim ve devrim başlatması gerektiğini...
Önce kız çocuğu olarak doğdu, sonra kız çocuğuyken anneliği tattı. İlk çocuğunu pamuk tarlasında dünyaya getirdi. Hamileyken pamuk tarlasında çalışırken, Dilber’in gerçek bir bebeği oldu. Şimdi bunları sadece bir anlığına sizlerin yaşadığını düşünün; üstelik bunlar sadece bir başlangıç... Kız çocuğu anne oldu ve bir günde yüzüne 70 yaşın kırışıklıkları çöktü. 70 yaşındaki ruhuyla besledi bebeğini pamuk tarlasında. Pamuk gibi bembeyaz Dilber’in hikâyesi, Adana sıcağının ilk karın ağrısıyla başladı.
Okuduklarınızı biraz sindirmeniz için bekliyor olacağım sevgili okur. Birkaç dakikalığına da olsa 13 yaşında bir anne olduğunuzu düşünerek bitirin yazıyı.