Hava Durumu

Güneş

Yazının Giriş Tarihi: 05.08.2025 15:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.08.2025 21:24

Bir evin duvarları, çatısı ve içinde yaşayan insanlar; çoğu zaman bir 'yuva' yanılsaması yaratır. Oysa gerçek yuva, tuğlalardan değil, odalardaki sessiz çığlıklardan, gizlenen gözyaşlarından ve bilinmeyen acılardan örülür. Birbirinden kopuk ruhlar, tek başına büyüyen çocuklar... işte onlar, bir evin sıcaklığına değil, savaş meydanına dönüşürler. Hayata değil, yaralı birer savaşçı olarak çıkarlar o 'aile' denilen kafesten. Oysa çocuk dediğimiz, aile evinde sevgiyle ve güzel anılarla büyür ki hayatını da ruhunu da sevgiyle besleyebilsin.


Güneş, 17 yaşında genç bir kızdı; süt abisi tarafından 7 yaşından itibaren cinsel istismara maruz kalmıştı. Evin en küçük kız çocuğuydu ve en şımarık olması gereken yaşta yaşından olgun davranıyordu. 7 yaşındaydı Güneş, çocukluğun masumiyetine yeni adım atmışken, süt abisinin gölgesi o masumiyetin üzerine düştü. Güneş'in içindeki iç savaşlar yaşıtlarınınkinden bambaşkaydı. Önce kendini bu istismardan kurtarmak istiyor, çıkış yolu arıyordu. 9 yaşına geldiğinde, o gölge bir dağın tepesinde, kot eteğinin altında bir kabusa dönüştü. Üstünde kot uzun bir etek ve pembe tişört vardı. Abisi onu baştan aşağı süzmeye ve incelemeye başladı. Güneş o eteğini çok severdi, ta ki abisinin eli onun özel bölgelerinde gezene dek. Küçücük zihni, olan biteni anlamlandıramıyordu. Bu dokunuşları 'sevgi' sanıyordu, çünkü gerçek sevginin ne olduğunu bilmeyen bir çocuk için her dokunuş, bir oyunun parçasıydı. O an, en sevdiği kot eteği bile tenine yabancılaşmıştı; masum bir oyun, karanlık bir sırra dönüşüyordu. Ve yıllar, sessizce, odadan odaya, damdan dama taşınan bir yük gibi geçti. Her geçen yıl, istismarın boyutu katlanarak büyüdü, Güneş'in ruhundaki yaralar derinleşti.
17 yaşına geldiğinde, abisiyle aynı odada uyumak zorunda kalıyor; anneannesiyle diğer odada da ablası eşiyle var. Güneş, "Anneannem görür elbet," diyor, "bir şey olsa." İçinden konuşmaya başlıyor uyumamak için fakat ansızın uyuyakalıyor ve özel bölgesinde bir el hissediyor. O an rüyada olmak istiyor, kendini avutmaya çalışıyor, "Hayır, hayır, hayır, hayır," diyerek gözünü açıyor ve abisi onun üstünde. Abisi hemen kalkıyor ve o kıpkırmızı gözleriyle Güneş'in gözlerine bakıyor. Güneş'in o anki çaresizliği zihninde yankılanıyor. Kafesinde sıkışıp kalmış bir kuş gibiydi. Çırpınsa, kanatları daha da bağlanacaktı. "Ses etme," diye fısıldadı içindeki korku, "ses edersen daha kötü olacak." Bağırıp çağırsa ailesi inanacak mı? Onu dövmeye kalksa cebindeki bıçakla öldürülecek, biliyor. Anneanne hasta olduğu için duymuyor bile. Ablasına söylese aile içindeki herkes ya ölecek ya ölecek. Güneş en son çaresizliğini alıyor, odadan çıkıyor, üstünü giyip evden ayrılıyor. Hani böyle zihniniz donar, etraftaki her şey sadece bir uğultu gibi gelir kulağınıza ya, tam olarak öyle. Sokak lambalarının loş ışığı bile gözünü kamaştırıyordu, arabaların sesi bir uğultu, insanların silüetleri anlamsızdı. Bedeninden ayrılmış ruhu, onu bir gölge gibi takip ediyordu. Her adım, geride bıraktığı kabustan bir kaçıştı; her nefes, yüreğine saplanan bir hançer gibiydi. Gözlerinde karanlık bir hüzünle yürümeye çalışıyor Güneş. İçinden öfkeyle savaşıyor, bir babasına bir kendine kızıyor...
Güneş'in en çok kızdığı kişi babasıydı; çünkü o evde babası olsa belki o fark edecekti veya abisi bunu yapmaya cesaret edemeyecekti. Belki de babasının varlığı, o karanlık gölgenin bu eve düşmesini engelleyecekti. Her taciz, babanın yokluğunun açtığı bir yara gibiydi Güneş için; her odada yalnızlık, onu çaresizliğe mahkum ediyordu. O evin her bir odasında tacize uğradı Güneş. Babası evde olsaydı belki o görecekti, kızını oradan çekip kurtaracaktı. Ve Güneş, fark edildiği için hayata tutunacaktı, yeniden güneş olacaktı kendi hayatına. Ama ne yazık ki babasının yokluğundan ona kalan en büyük miras yalnızlık ve hüznüydü.
Ama merak etmeyin, Güneş hayatını yoluna koymayı başarmış ve hayata bambaşka bakıyor artık. Ancak bu yolculuk, bir peri masalı değildi. Her yeni gün, yıkıntılar arasından bir umut tohumunu yeşertmek, karanlığın üstüne cesaretle yürümek demekti. Kendini her gün iyileştiriyor, ben de onu her gün ziyaret ediyorum. İyileşme sürecine şahit oluyorum. Güneş, içindeki o küçük kız çocuğunu yeniden kucakladı, onu iyileştirdi ve ruhundaki o eşsiz ışığı yeniden yakmayı başardı. İçindeki güneşi hep parlatıyor. Siz de etrafınızdaki güneşi fark edin ve bir güneşi karanlığa hapsetmeyin. Çünkü hiçbir güneş karanlıkta parlayamaz, yorulur. Unutmayın, her güneş bir ışık arar. Onu karanlığa terk etmek, sadece bir ruha değil, tüm insanlığa yapılmış bir haksızlıktır. O yüzden, çevrenizdeki güneşi fark edin, ona el uzatın ve bırakın, tüm ihtişamıyla parlasın.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.