Hava Durumu

YASAKLI FİLM- KADININ ADI YOK

Yazının Giriş Tarihi: 29.06.2025 20:34
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.06.2025 20:58

Adı olmayan bir kadın… Hayatı, babası tarafından hiç hissedemediği sevgiyi arayışıyla başlar. Kimlik kazanma çabası, çocukluğundan yetişkinliğine dek sayısız haksızlıkla örülü bir mücadelenin fitilini ateşler. Henüz küçük bir kız çocuğuyken, ailenin tek kızı ve ataerkil bir sistemin kurbanı olur. Filmin baba figürü, ataerkil zihniyetin somut bir örneğidir; kızına dayattığı tek kural, “Çocuk da olsan erkeklerle oynamayacaksın, sonuçta erkekler. Erkeklerle konuşamaz, arkadaş olamazsın” şeklindedir. Babasının sözünden çıkmak, onun için yasaktır.

Işık ile annesi arasındaki diyaloglar da kadınlara dayatılan rolleri gözler önüne serer. Işık’ın “Kadınların göğüsleri neden var?” sorusuna annesi, “Süt olsun, bebekleri olunca süt versinler diye.” Cevabını verir. Işık bu kez, “Peki erkeklerin neden göğüsleri yok?” diye sorduğunda, annesinin cinsiyetçi yaklaşımıyla karşılaşır: “Çünkü erkekler eve para getirir, eve bakar; yani ekmek kazananlardır. Kadınların görevi ise evin işleri ve çocuğa bakmaktır.” Bu cevabın ardından Işık’ın ağzından çıkan cümle, yüreklere dokunur: “Ben evlenmeyeceğim, çünkü göğüsleri olan kadınlar hep ağlıyor ve kocaları hep suratsız oluyor.” Ve evet, sanki bu dünyada göğüsleri olan kadınlar hep ağlıyor, ağlatılıyor… Başka bir cümle daha yankılanır: “Onlar erkek olacak, bizler ise kadın.” Bu cümlenin dizilişinde bile bir ayrımcılık gizlidir; önce erkek, sonra kadın. Sanki kadının ne olduğu hiç önemli değil… Tıpkı yaratılışımızda söylendiği gibi, kadının erkeğin kaburgasından yaratıldığına dair o köklü inanış gibi.

Işık’ın ergenliği, regl kavramını öğrenme ve cinsellik hakkında bilgiler edinme dönemiyle geçer. Annesi, regli ayıp ve saklanması gereken bir şey gibi anlatırken, Işık erkeklerde de böyle bir durum olup olmadığını sorar. Annesi ise erkeklerin sadece sünnet olduğunu, bunun da törenle kutlandığını söyler. Işık o yaşta isyan eder: “Madem benim yaşadığım şey ayıp ki bu benim çocuk doğurmam için gerekli kutsal bir olay, ama onlar sünnet oluyor diye düğünler, altınlar…” Cinselliğe gelince, Işık’ın lisedeki arkadaşı hamile kalır. Işık, arkadaşına bunu sevgilisine söylemesi gerektiğini savunurken, erkek arkadaşın tepkisi şok edicidir: “Bir kere yaptık, o da tam olmadı bile.” Ardından kızın kollarını kavrayıp “Gel bu işi tadına vara vara yapalım.” Diye baskı kurar. Bu diyaloglardan kadının sadece cinsel bir obje olarak görüldüğünü, erkeklerin haz duygularının tatmin edilmesi için var olduğunu; kadının ise uysal, “ahlaksız olmayan,tertemiz” ve itaatkâr olması gerektiğini anlarız.

Ardından Işık, okuldan dönerken babasının evdeki yardımcıyla olan ilişkisini yakalar. Erkeklerden nefret eden, onları ırz düşmanı olarak gören Işık, bu durumu annesine söyleyemez. Çünkü annesi, sadece ev işleri yapan, hiç çalışmamış ve ekonomik özgürlüğü olmayan bir kadındır. Bu yüzden annesi aldatıldığını bilmese de, ekonomik özgürlüğü olmadığı için bu duruma razı olmak zorunda kalır.

Işık liseyi bitirir ve eğitimli, entelektüel biriyle evlenir. Hayal ettiği aşkı ve cinselliği yaşadığını sanırken, aldatıldığını anladığı an her şey değişir. Çalışmaya karar verir; eşi de başta destekler. İşe başladığı ilk günün ortasında kocasına dönerek, “Bu senden aldığım son para, artık kendi paramı kazanacağım.” Der. Kocası ise onun bir kadın olduğu için asla ondan çok kazanamayacağını, hatta sadece “iki kuruş” kazanacağını söyler. Işık işinde gayet başarılı olur, fakat kocasının da dediği gibi asla bir erkekle aynı maaşı almaz. Hatta hemcinsi tarafından yaptığı iş çalınır. Işık burada hem iş hayatındaki eşitsizlikten hem de hemcinsi tarafından uğradığı emek hırsızlığından muzdariptir. İş hayatındaki arkadaşı Mehmet’e âşık olur. İlişkileri açığa çıkınca ilk kovulan elbette kadın olur. İkisi de evli olmasına rağmen sevgilidir, fakat “adı çıkan”, “ahlaksı ilan edilen”, işinden çıkarılmasında hiçbir sorun görülmeyen yine kadındır. Çünkü “kadın” kelimesi bile başlı başına bir tehlikedir. İş hayatındaki bu acı deneyimlere rağmen Mehmet’le hayallerindeki aşkı ve cinselliği yaşasa da, bir yerde vazgeçer.

Işık kocasından ayrılır ve kendine ait bir evi olsun ister. Eve çıkar, fakat orada da namus ve kadın kelimeleri hayatını yaşamasına izin vermez. Ev sahibi kısa bir süre sonra eve giren çıkanın belli olmadığını, “Ya edebinle yaşa ya da çık buradan, burası namuslu ailelerin yaşadığı bir yer.” Diyerek onu evden çıkarır. Işık’ın aklına düşen yine sadece bir kelimedir: “AHLAKSIZ”.

Filmde pek çok sofra metaforu da görürüz; bütün gerçeklerin ortaya döküldüğü, herkesin ve her şeyin açıkça konuşulduğu, yüzleşildiği yerler. Baba sevgisi, aldatılmak, iş hayatındaki eşitsizlikler, kadın olmanın utancı, namus kavramı, sevgi ve sevgisizlik, kadın ve erkek… Tüm bu temalar, Işık’ın hayat mücadelesini derinlemesine işler.

Bir gün Işık’a babasının hastalandığına dair bir telefon gelir. Koşar gider babasına. Babası herkesi unutmuştur, kızı hariç. Işık o anlardan yararlanıp babasının ellerini tutar, yüzünü okşar, saçlarını okşatır; kendini sevdirir. “Sen beni çok severdin, bana hep kanaryam derdin.” Diyerek babasından zamanında göremediği o fiziksel sevgiyi dilenir. Aslında Işık’ın hayatındaki en büyük hatalarının sebebi, seviliyor olmasına rağmen gösterilen sevgisizlik ve baskıydı. Belki de erkeklerin gözünden kızını sakınmak yerine, en çok kendinden sakınmalıydı onu.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.