Adalet, mahkeme salonlarında aranır belki ama aslında hepimizin içinde küçük bir mahkeme vardır. Vicdan dediğimiz o görünmez yer… Bazen bir haksızlığa sessiz kalınca, bazen de başkasının susturulduğunu izleyince çalışır. Ben adalet okumaya başladığımda büyük sistemleri anlamaya çalışıyordum. Ama zamanla fark ettim ki, en karmaşık olan, insanın içindeki teraziydi. Bazen adil olmak için yalnızca kanunu bilmek yetmiyor. Bazen de sessiz kalmak, en büyük hüküm oluyor...
Üniversitede adalet okumak, başlarda hep bana düzenli bir sistemin anahtarını öğretecekmiş gibi geliyordu. Kanunlar vardı, maddeler, usuller… Hepsi sanki adaletin matematiğiydi. Ama bir süre sonra fark ettim ki, kağıt üzerindeki her doğru, hayatın içinde aynı netlikle işlemiyordu. Bir hoca şöyle demişti: “Adalet bazen hakkı teslim etmek değil, hakkı duyabilmektir.” İşte o cümle içime oturdu. Çünkü bazı haklar ne dile geliyor, ne de dava dosyalarına giriyor. Sessizlik içinde eziliyor.
Bazen sokakta bir çocuğun ayakkabısına bakarken, bazen ders arasında içini çeke çeke ağlayan bir arkadaşını izlerken içimden şöyle geçiriyorum: “Bu da bir adalet meselesi değil mi?” Adalet yalnızca suçluyla mağduru ayırmak değil; bazen yoksullukla şansı, bazen suskunlukla özgürlüğü, bazen kalabalıkla yalnızlığı ayırabilmektir. Ve belki de en büyük adalet, hiç dile gelmemiş, ama herkesin gözünde saklı olan o küçük anlarda yaşanıyor.
Okudukça şunu da anladım: Herkesin adaletten anladığı başka. Kimi “hak ettiğini almak” diyor, kimi “içinin rahat olması”… O yüzden belki de en zor soru bu: Adalet kimin için? Ve daha önemlisi, kim karar veriyor neyin adil olduğuna? Bu soruların kesin bir cevabı yok. Ama belki de adalet, bu soruları kendimize dürüstçe sormakta gizli.
Adalet dediğimiz şey bazen bir cümlede saklı oluyor. “Ne var canım, o da biraz abartmış,” denildiğinde birinin yaşadığı adaletsizlik küçülüyor. Ya da “Her şeyin bir nedeni vardır” diyerek bir haksızlık örtbas ediliyor. Oysa bazen adil olmak, yalnızca dinlemeyi bilmektir. Birini gerçekten duyduğunda, onun yaşadığıyla kendi yargıların arasına mesafe koyabildiğinde başlıyor gerçek adalet duygusu. Biz bunu ne kadar yapabiliyoruz?
Günün sonunda fark ettim ki, adalet yalnızca bir meslek değil, bir karakter meselesi. Hakim de olsan, öğrenci de olsan, işsiz de olsan… Adaletli bir insan olup olmadığın, kurduğun cümlelerde, susmayı seçtiğin anlarda, ellerini nereye uzattığında ortaya çıkıyor. Belki de önce içimizdeki teraziyi doğru tutmak gerek; sonra başkalarının tartısını anlamaya çalışmak…
Belki de adalet, her şeyden önce bir seçimdir. Güçlüden yana mı duracaksın, haklıdan mı? Sessizliği mi seçeceksin, yoksa ses olmayı mı? Her gün, küçük kararlarımızla ya adalete yaklaşırız ya da ondan uzaklaşırız. Ve belki bir gün hâkim cüppesi giymeden önce, aynaya bakıp şunu sormalıyız: “Bugün hangi haksızlığa göz yumdum?” Çünkü gerçek adalet, önce insanın kendi içinde başlar. Orada yer bulamayan hiçbir hak, mahkeme salonlarında da yer bulamaz.
> Adalet yalnızca kanunla değil, insanın kendi iç sesiyle kurulur. O mahkeme sessiz çalışır; ama hükmü uzun sürer.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sudenur Aydın
Sessiz Bir Mahkeme: Vicdan
Adalet, mahkeme salonlarında aranır belki ama aslında hepimizin içinde küçük bir mahkeme vardır. Vicdan dediğimiz o görünmez yer… Bazen bir haksızlığa sessiz kalınca, bazen de başkasının susturulduğunu izleyince çalışır. Ben adalet okumaya başladığımda büyük sistemleri anlamaya çalışıyordum. Ama zamanla fark ettim ki, en karmaşık olan, insanın içindeki teraziydi. Bazen adil olmak için yalnızca kanunu bilmek yetmiyor. Bazen de sessiz kalmak, en büyük hüküm oluyor...
Üniversitede adalet okumak, başlarda hep bana düzenli bir sistemin anahtarını öğretecekmiş gibi geliyordu. Kanunlar vardı, maddeler, usuller… Hepsi sanki adaletin matematiğiydi. Ama bir süre sonra fark ettim ki, kağıt üzerindeki her doğru, hayatın içinde aynı netlikle işlemiyordu. Bir hoca şöyle demişti: “Adalet bazen hakkı teslim etmek değil, hakkı duyabilmektir.” İşte o cümle içime oturdu. Çünkü bazı haklar ne dile geliyor, ne de dava dosyalarına giriyor. Sessizlik içinde eziliyor.
Bazen sokakta bir çocuğun ayakkabısına bakarken, bazen ders arasında içini çeke çeke ağlayan bir arkadaşını izlerken içimden şöyle geçiriyorum: “Bu da bir adalet meselesi değil mi?” Adalet yalnızca suçluyla mağduru ayırmak değil; bazen yoksullukla şansı, bazen suskunlukla özgürlüğü, bazen kalabalıkla yalnızlığı ayırabilmektir. Ve belki de en büyük adalet, hiç dile gelmemiş, ama herkesin gözünde saklı olan o küçük anlarda yaşanıyor.
Okudukça şunu da anladım: Herkesin adaletten anladığı başka. Kimi “hak ettiğini almak” diyor, kimi “içinin rahat olması”… O yüzden belki de en zor soru bu: Adalet kimin için? Ve daha önemlisi, kim karar veriyor neyin adil olduğuna? Bu soruların kesin bir cevabı yok. Ama belki de adalet, bu soruları kendimize dürüstçe sormakta gizli.
Adalet dediğimiz şey bazen bir cümlede saklı oluyor. “Ne var canım, o da biraz abartmış,” denildiğinde birinin yaşadığı adaletsizlik küçülüyor. Ya da “Her şeyin bir nedeni vardır” diyerek bir haksızlık örtbas ediliyor. Oysa bazen adil olmak, yalnızca dinlemeyi bilmektir. Birini gerçekten duyduğunda, onun yaşadığıyla kendi yargıların arasına mesafe koyabildiğinde başlıyor gerçek adalet duygusu. Biz bunu ne kadar yapabiliyoruz?
Günün sonunda fark ettim ki, adalet yalnızca bir meslek değil, bir karakter meselesi. Hakim de olsan, öğrenci de olsan, işsiz de olsan… Adaletli bir insan olup olmadığın, kurduğun cümlelerde, susmayı seçtiğin anlarda, ellerini nereye uzattığında ortaya çıkıyor. Belki de önce içimizdeki teraziyi doğru tutmak gerek; sonra başkalarının tartısını anlamaya çalışmak…
Belki de adalet, her şeyden önce bir seçimdir. Güçlüden yana mı duracaksın, haklıdan mı? Sessizliği mi seçeceksin, yoksa ses olmayı mı? Her gün, küçük kararlarımızla ya adalete yaklaşırız ya da ondan uzaklaşırız. Ve belki bir gün hâkim cüppesi giymeden önce, aynaya bakıp şunu sormalıyız: “Bugün hangi haksızlığa göz yumdum?” Çünkü gerçek adalet, önce insanın kendi içinde başlar. Orada yer bulamayan hiçbir hak, mahkeme salonlarında da yer bulamaz.
> Adalet yalnızca kanunla değil, insanın kendi iç sesiyle kurulur. O mahkeme sessiz çalışır; ama hükmü uzun sürer.