Kimi insanlar için sabah, kahvenin buharıyla başlar; bir radyo programı, bir günaydın mesajı, belki de bir trafik şikâyetiyle... Oysa şehir, uyanmadan çok önce uyanmıştır. Sokağın sessizliğini süpüren bir temizlik görevlisi, ekmek hamurunu gece üçte yoğurmaya başlayan bir fırıncı, şehrin altından geçen kablolarla boğuşan bir altyapı işçisi, sabaha kadar nöbette kalan bir güvenlik görevlisi sayesinde biz “güvenli” bir sabaha uyanırız. Toplumsal hafızamızda bu insanların yeri neredeyse yoktur. Onlar “orada”dır ama “görünmez”dir. Oysa şehir, yalnızca parlak tabelalarla, vitrinle, trafiği yönetenlerle değil; onların sağladığı altyapı sayesinde var olur.
Sosyologlar bu meslekleri sıklıkla “görünmeyen emek” olarak tanımlar. Bu işler, fiziksel olarak her gün gözümüzün önünde olsa da çoğu zaman zihinsel olarak fark edilmez. Bunun ardında yalnızca toplumsal sınıf yapısı ya da gelir eşitsizliği değil, aynı zamanda kültürel bir değer algısı da vardır.
Bir otobüs şoförünün, sabah 05.30’da sefere çıkmak için evinden karanlıkta ayrıldığını, sokakta çalışan bir temizlik işçisinin ise toplumun uyanıkken görmek istemediği kirliliği yok ettiğini düşünürüz. Bu işler, bize konfor alanı sağlayan ama bizi kendimizle yüzleştiren işlerdir. Belki de bu yüzden gözümüzü başka tarafa çevirmeyi tercih ederiz.
Geçen yıl bir sabah, İstanbul’da henüz gün ağarmamışken Beşiktaş İskelesi’ne doğru yürüyordum. Ortalık sessizdi. Bir görevli, kaldırımları yıkıyordu. Yanından geçerken selam verdim, şaşırdı.
“Genelde kimse görmez bizi,” dedi. “Siz de mi gececiydiniz?”
O an anladım: Görülmek, yalnızca fiziksel bir durum değil, aynı zamanda bir tanınma ihtiyacıdır. Sessiz mesleklerin ortak duygusu da tam olarak bu : tanınmamak.
Ana akım medya, bu meslekleri yalnızca kriz zamanlarında ya da kazalarla gündeme taşır. Oysa bu insanların gündelik hayatı, birer toplumsal hikâyedir. Onları yalnızca iş kazası haberlerinde görmek, hem bireysel hem kurumsal bir körlüğün göstergesidir.
Dahası, bu meslekler genellikle "geçici", "mecburi", "vasıfsız" gibi etiketlerle anılır. Oysa her sabah taze ekmek yememizi sağlayan bir fırıncı, yalnızca karın doyurmuyor; bir toplumun sürdürülebilirliğine katkı sunuyor.
Görünmeyenleri görmeye başladığımız gün, şehirler yalnızca betonla değil, vicdanla da inşa edilmeye başlar.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İklim Yıldız
Sessiz Meslekler: Görünmeyen Emeğin Hikâyesi
Kimi insanlar için sabah, kahvenin buharıyla başlar; bir radyo programı, bir günaydın mesajı, belki de bir trafik şikâyetiyle... Oysa şehir, uyanmadan çok önce uyanmıştır. Sokağın sessizliğini süpüren bir temizlik görevlisi, ekmek hamurunu gece üçte yoğurmaya başlayan bir fırıncı, şehrin altından geçen kablolarla boğuşan bir altyapı işçisi, sabaha kadar nöbette kalan bir güvenlik görevlisi sayesinde biz “güvenli” bir sabaha uyanırız. Toplumsal hafızamızda bu insanların yeri neredeyse yoktur. Onlar “orada”dır ama “görünmez”dir. Oysa şehir, yalnızca parlak tabelalarla, vitrinle, trafiği yönetenlerle değil; onların sağladığı altyapı sayesinde var olur.
Sosyologlar bu meslekleri sıklıkla “görünmeyen emek” olarak tanımlar. Bu işler, fiziksel olarak her gün gözümüzün önünde olsa da çoğu zaman zihinsel olarak fark edilmez. Bunun ardında yalnızca toplumsal sınıf yapısı ya da gelir eşitsizliği değil, aynı zamanda kültürel bir değer algısı da vardır.
Bir otobüs şoförünün, sabah 05.30’da sefere çıkmak için evinden karanlıkta ayrıldığını, sokakta çalışan bir temizlik işçisinin ise toplumun uyanıkken görmek istemediği kirliliği yok ettiğini düşünürüz. Bu işler, bize konfor alanı sağlayan ama bizi kendimizle yüzleştiren işlerdir. Belki de bu yüzden gözümüzü başka tarafa çevirmeyi tercih ederiz.
Geçen yıl bir sabah, İstanbul’da henüz gün ağarmamışken Beşiktaş İskelesi’ne doğru yürüyordum. Ortalık sessizdi. Bir görevli, kaldırımları yıkıyordu. Yanından geçerken selam verdim, şaşırdı.
“Genelde kimse görmez bizi,” dedi. “Siz de mi gececiydiniz?”
O an anladım: Görülmek, yalnızca fiziksel bir durum değil, aynı zamanda bir tanınma ihtiyacıdır. Sessiz mesleklerin ortak duygusu da tam olarak bu : tanınmamak.
Ana akım medya, bu meslekleri yalnızca kriz zamanlarında ya da kazalarla gündeme taşır. Oysa bu insanların gündelik hayatı, birer toplumsal hikâyedir. Onları yalnızca iş kazası haberlerinde görmek, hem bireysel hem kurumsal bir körlüğün göstergesidir.
Dahası, bu meslekler genellikle "geçici", "mecburi", "vasıfsız" gibi etiketlerle anılır. Oysa her sabah taze ekmek yememizi sağlayan bir fırıncı, yalnızca karın doyurmuyor; bir toplumun sürdürülebilirliğine katkı sunuyor.
Görünmeyenleri görmeye başladığımız gün, şehirler yalnızca betonla değil, vicdanla da inşa edilmeye başlar.