Görünmeyen Savaşın Ortasında: Türkiye’nin Sessiz Dengesi
Yazının Giriş Tarihi: 20.06.2025 14:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.06.2025 14:53
Ortadoğu coğrafyası bir kez daha sıcak bir çatışmanın eşiğinde. İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ve ardından gelen karşılıklar, yalnızca iki ülke arasında kalmıyor. Gökyüzündeki her hareket, yeryüzündeki birçok ülkeyi alarm durumuna geçiriyor. Türkiye de bunlardan biri.
Milli Savunma Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde “Türk hava sahası ihlal edilmedi” açıklamasını yaparken, İran, Irak, Suriye ve Ürdün hava sahalarına yapılan uçuşların geçici olarak durdurulduğunu duyurdu. Peki bu ne anlama geliyor?
Türkiye hem coğrafi konumu hem de diplomatik mirası nedeniyle daima bir denge politikası gütmek zorunda. Ancak denge bazen sessizlikle, bazen tarafsızlıkla, bazen de aktif diplomasiyle sağlanabilir. Bugün Türkiye, bir yandan İslam dünyasının diplomatik ev sahipliğini yaparken (İİT Dışişleri Bakanları Toplantısı), öte yandan bölgedeki yangının kıvılcımlarını kendi topraklarından uzak tutmaya çalışıyor.
Ama şu soru hâlâ havada:
Türkiye bu vicdanın neresinde duruyor?
Son dönemde atılan adımlar, bu soruya sadece güvenlik perspektifinden değil, insani açıdan da yanıt arandığını gösteriyor.
Sivil uçuşların durdurulması, bölgesel tansiyonu düşürmeye yönelik diplomatik trafik, uluslararası diyalog çabaları — bunların hepsi Türkiye'nin bu krizde sadece izleyen değil, yöneten bir pozisyonda olduğunu kanıtlıyor.
Yine de göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek var:
Ortadoğu’nun acıları sadece siyasi değil, insani bir meseledir.
Ve bu nedenle, her diplomatik adımın yanında bir de vicdani duruş gerekir.
Toplantılar, açıklamalar, resmi temaslar önemli elbette — ama sokakta enkaz altındaki bir çocuğun nefesi duyulmadıkça, bu çabalar halkın kalbinde karşılık bulmakta zorlanabilir.
Çünkü bugün füzeler bir ülkeye düşüyor olabilir, ama gökyüzünden yağan her ateş, hepimizin içinden bir parça götürüyor.
Türkiye, bir yandan tarafsızlıkla sorumluluğu dengelerken, diğer yandan insani duruşunu daha güçlü bir şekilde göstermelidir.
Bu duruş, sadece siyaset masalarında değil; halkların kalbinde yer eder.
Tarih, savaşanları değil; acıya rağmen insanca davrananları hatırlar.
…Çünkü bugün füzeler bir ülkeye düşüyor olabilir, ama gökyüzünden yağan her ateş, hepimizin içinden bir parça götürüyor.
Türkiye, bir yandan tarafsızlıkla sorumluluğu dengelerken, diğer yandan insani duruşunu daha güçlü bir şekilde göstermelidir.
Bu duruş, sadece siyaset masalarında değil; halkların kalbinde yer eder.
Zira bölgedeki her kriz, aynı zamanda bir vicdan sınavıdır.
Ve bu sınavdan yalnızca tepki verenler değil, çözüm sunanlar, kalıcı bir iz bırakır.
Bugün Türkiye, ateşin ortasında soğukkanlılığını koruyarak önemli bir denge noktası olduğunu gösteriyor.
Ancak diplomasinin sessiz dili, bazen sahanın gürültüsünde kaybolabilir.
İşte bu yüzden, masa başındaki gücün sahadaki etkisiyle birleşmesi gerekir.
Yani bir yandan müzakere yürürken, bir yandan da insani yardımlar, arabuluculuk teklifleri, bölge halklarına dokunan adımlar gecikmemeli.
İsrail ve İran arasında büyüyen her gerilim, sadece iki ülkenin meselesi değildir. Bu coğrafyada her bomba, her karşılık, her misilleme, çok daha geniş halkaları etkiler.
Ve Türkiye gibi bir ülkenin en büyük gücü, askeri ya da ekonomik kapasitesi kadar, vicdani ve ahlaki duruşunun kapsayıcılığıdır.
Diplomasiyle suskunluk arasındaki çizgi çok incedir.
Ve o çizginin hangi tarafında durduğumuzu, sadece dış politika değil; tarih de, halklar da, vicdan da soracaktır.
Barış, yalnızca savaşın durması değildir.
Barış, halkların kendini güvende hissettiği an başlar.
Türkiye’nin rolü de tam olarak bu güveni mümkün kılmaktır
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sudenur Aydın
Görünmeyen Savaşın Ortasında: Türkiye’nin Sessiz Dengesi
Ortadoğu coğrafyası bir kez daha sıcak bir çatışmanın eşiğinde. İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ve ardından gelen karşılıklar, yalnızca iki ülke arasında kalmıyor. Gökyüzündeki her hareket, yeryüzündeki birçok ülkeyi alarm durumuna geçiriyor. Türkiye de bunlardan biri.
Milli Savunma Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde “Türk hava sahası ihlal edilmedi” açıklamasını yaparken, İran, Irak, Suriye ve Ürdün hava sahalarına yapılan uçuşların geçici olarak durdurulduğunu duyurdu. Peki bu ne anlama geliyor?
Türkiye hem coğrafi konumu hem de diplomatik mirası nedeniyle daima bir denge politikası gütmek zorunda. Ancak denge bazen sessizlikle, bazen tarafsızlıkla, bazen de aktif diplomasiyle sağlanabilir. Bugün Türkiye, bir yandan İslam dünyasının diplomatik ev sahipliğini yaparken (İİT Dışişleri Bakanları Toplantısı), öte yandan bölgedeki yangının kıvılcımlarını kendi topraklarından uzak tutmaya çalışıyor.
Ama şu soru hâlâ havada:
Türkiye bu vicdanın neresinde duruyor?
Son dönemde atılan adımlar, bu soruya sadece güvenlik perspektifinden değil, insani açıdan da yanıt arandığını gösteriyor.
Sivil uçuşların durdurulması, bölgesel tansiyonu düşürmeye yönelik diplomatik trafik, uluslararası diyalog çabaları — bunların hepsi Türkiye'nin bu krizde sadece izleyen değil, yöneten bir pozisyonda olduğunu kanıtlıyor.
Yine de göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek var:
Ortadoğu’nun acıları sadece siyasi değil, insani bir meseledir.
Ve bu nedenle, her diplomatik adımın yanında bir de vicdani duruş gerekir.
Toplantılar, açıklamalar, resmi temaslar önemli elbette — ama sokakta enkaz altındaki bir çocuğun nefesi duyulmadıkça, bu çabalar halkın kalbinde karşılık bulmakta zorlanabilir.
Çünkü bugün füzeler bir ülkeye düşüyor olabilir, ama gökyüzünden yağan her ateş, hepimizin içinden bir parça götürüyor.
Türkiye, bir yandan tarafsızlıkla sorumluluğu dengelerken, diğer yandan insani duruşunu daha güçlü bir şekilde göstermelidir.
Bu duruş, sadece siyaset masalarında değil; halkların kalbinde yer eder.
Tarih, savaşanları değil; acıya rağmen insanca davrananları hatırlar.
…Çünkü bugün füzeler bir ülkeye düşüyor olabilir, ama gökyüzünden yağan her ateş, hepimizin içinden bir parça götürüyor.
Türkiye, bir yandan tarafsızlıkla sorumluluğu dengelerken, diğer yandan insani duruşunu daha güçlü bir şekilde göstermelidir.
Bu duruş, sadece siyaset masalarında değil; halkların kalbinde yer eder.
Zira bölgedeki her kriz, aynı zamanda bir vicdan sınavıdır.
Ve bu sınavdan yalnızca tepki verenler değil, çözüm sunanlar, kalıcı bir iz bırakır.
Bugün Türkiye, ateşin ortasında soğukkanlılığını koruyarak önemli bir denge noktası olduğunu gösteriyor.
Ancak diplomasinin sessiz dili, bazen sahanın gürültüsünde kaybolabilir.
İşte bu yüzden, masa başındaki gücün sahadaki etkisiyle birleşmesi gerekir.
Yani bir yandan müzakere yürürken, bir yandan da insani yardımlar, arabuluculuk teklifleri, bölge halklarına dokunan adımlar gecikmemeli.
İsrail ve İran arasında büyüyen her gerilim, sadece iki ülkenin meselesi değildir. Bu coğrafyada her bomba, her karşılık, her misilleme, çok daha geniş halkaları etkiler.
Ve Türkiye gibi bir ülkenin en büyük gücü, askeri ya da ekonomik kapasitesi kadar, vicdani ve ahlaki duruşunun kapsayıcılığıdır.
Diplomasiyle suskunluk arasındaki çizgi çok incedir.
Ve o çizginin hangi tarafında durduğumuzu, sadece dış politika değil; tarih de, halklar da, vicdan da soracaktır.
Barış, yalnızca savaşın durması değildir.
Barış, halkların kendini güvende hissettiği an başlar.
Türkiye’nin rolü de tam olarak bu güveni mümkün kılmaktır